Bu çalışmada 1914 yeni doğan kalça çıkığı yönünden ilk hafta içinde muayene edilmişlerdir. Erken tanının önemi hemen her hastalıkta tartışılmaz. Doğuştan kalça çıkığının erken tanısı hem tedaviyi çok kolaylaştırır, hem de tam fonksiyonlu bir kalçanın elde edilmesini sağlar. Yeni doğanın rutin muayenesi sırasında, kalça çıkığı teşhisinde önemli bir test olan Ortolani belirtisi aranmalıdır. Son yıllarda ultrason ile kalça muayenesi yaygın olarak bu amaç için kullanılmaktadır. Memleketimizde çocuk yürümeye başladıktan sonra tedaviye gelen kalça çıkığı unsuları az değildir. Böyle tanısı geç olmuş kalça çıkıklarında konservatif yöntemlerle sonuç alınamayıp cerrahi yöntemlerin kullanılacağı bir gerçektir.
Son senelerde Catteral(1971) epifiz harabiyetinin radyolojik derecesine dayanan sınıflandırılmasının hastalığın uzun süreli takibinde prognoz ile orantılı olduğu kanıtlanmıştır. Nihayet Salter ve Thompson (1984),Legg-Calve-Perthes hastalığının erken safhasında görünen kıkırdak altındaki kırık hattının radyolojik değerlendirilmesinden, femur başının en fazla harabiyet derecesinin önceden tahmin edilebileceğini ortaya koymuştur.Aynı araştırmacılar hastalığın femur başının avasküler nekrozu olmadığını, daha doğrusu avaskülernekrozun bir komplikasyon olduğunu ve komplike eden faktörün patolojik subkondral kırık olduğunu deneylerle göstermişlerdir.
Bu çalışmamızda Perthes-Calve-Legg hastalığı 22 çocuk (26 hasta kalça) seri röntgenler alınarak araştırılmıştır.S.S.YE. Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinin kurulduğu 1980senesinden başlayıp 40 aylık sürede bu hastalar düzenli bir şekilde takip edilmişlerdir. Çalışmamızda hastaların kalça röntgenleri ön-arka ve kurbağa pozisyonunda alınmıştır. Bu grafilerde epifiz harabiyetinin radyolojik olarak derecelendirilmesi ve Subkondral kırık çizgisi dikkatlice araştırılmıştır. Asetabulumun femur başı ile olan uygunluğunu değerlendirebilmek için bazı hastalarımızda artrografik tetkikten yararlanılmıştır.
S.S.Y.B. Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde 1983-1985 tarihleri arasında klinik muayene sonucu menisküs lezyonu düşünülen 42 hastaya diz artrografisi yapıldı. Artrografi yapılan hastalardan 24 olguya artrotomi yapıldı, 4 olguda ameliyat planlandı,3 hastada konservatif tedavi uygulandı. 11 hastada artrografiler normal bulunmuş ve hastalar belki de kendileri için gereksiz bir müdahaleden kurtulmuşlardır.
Bu çalışmamızda batın yakınmaları nedeniyle çocuk cerrahisi tarafından kolon grafisi çekilen hastalarda tesadüfen femur başindaki değişiklikler dikkatimizi çekmiş ve bu çocuklar klinik olarak değerlendirilmiştir. Hastalarımızın dördünde de kalça ağrısı veya aksama gibi Perthes hastalığında herzaman gördüğümüz klinik bulgular yoktu. Muayene sırasında kalça hareketleri normal sınırlarında bulundu. Pedersen (1960) ilk olarak femur başı epifiz displazisini Perthes hastalığından ayırmıştır. Pedersen, Perthes teşhisi konan çocukların %6'sında atipik bulgular tespit edilmiştir. Meyer(1964) Perthes'li olguların %1O'unda gerçek nekrotik tipten daha çok displazik tipin olduğu gösterilmiştir. Meyer'in 30 olgusunun 8'inde(%20) displazik tipten daha sonra nekrotik coxaplana gelişmiştir.
İzmir Çocuk Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğine 4 yılda 226 P.E.V' lu hasta başvurmuştur. Bunlardan 81 hastanın 111 ayağı ameliyat edilmiştir. Ameliyatla tedavi olan hastalarımızdan son kontrole gelen 42 hastanın 66 ayağına uygulanan ameliyat sonuçları çalışmalarımızın materyalini oluşturmuştur. Uygulanan müdahale şeklinin %90.7'sini yumuşak doku ameliyatları oluşturmuştur. Bunların arasında post-romedial gevşetme (modifiye ve Turco tipi birlikte) çoğunluğu(%49,9) oluşturmuştur. Posterior gevşetme ise ikinci sırayı almıştır. Turco ameliyatı Talo-ca1caneo-naviculer eklemdeki anomaliyi tek seansta yeniden düzenlediği ve sonuçların başarılı olması nedeniyle tercih edilmistir.
Alt ekstremite eşitsizliğini gidermede kliniğimizde uygulanan yöntemler ile bunların literatürle kıyaslamasını yaptım ,bu çalişmada 22 hastaya uygulanan 25 uzatma ameliyatı değerlendirmeye alındı. Hastalarımızda kısalık nedeni olarak 18 poliomyelit, 2 osteomyelit sekeli, 2 konjenital anomali ve 1 kırık sekeli tespit edilmiştir. Uzatmalardan 9 tanesi epifizer, 15 tanesi diafizer, 1 tanesi metafizer bölgeden yapılmıştır. Wagner tekniği 3 olguda, Illizarov 5 olguda ve 17 olguda da modifiye Anderson yöntemi ile Girgin uzatma cihazı kullanılmıştır. Tüm olgularımızda planlanan uzama miktarına ulaşılmıştır. Bazı olgularımızda beklenen komplikasyonlarla karşılaştık,1pseudoartoz, 1'de diz çıkığı gibi nadir komplikasyonlar gördük.
İzmir Çocuk Hastanesi Dergisinde yayınlanan bu çalışmaya soliter kemik kisti olup intralezyonal steroid enjeksiyonu yapılan 7 olgu alınmıştır. Soliter kemik kistinin tedavisinde şimdiye kadar uygun bir yöntem belirlenememiştir. En çok uygulanan greftleme sonuçları pek yüz güldürücü değildir. Scaglietti ve arkadaşları buna alternatif yöntemler araştırmışlar, 1979'da intralezyonal steroid enjeksiyonu sonuçlarını rapor etmişlerdir. Böylece kemik kisti tedavisinde steroid enjeksiyonu popüler hale gelmiştir. Soliter kemik kistinin kottikosteroid ile tedavisinin diger yöntemlere göre avantajları vardır. Bunlar basit bir yöntem olması, sonuçların cerrahi yöntemlerden çok daha iyi olması, skar dokusu olmaması, morbidite oranı düşük olması ve normal aktiviteye anında dönebilmesidir.
Bu çalışmada fibröz displazili 11 aylik bir erkek çocuk alındı. Sol tibia üst metafizindeki lezyon 6 ay gibi kısa bir süre içinde genişlemiş ağrılı bir şişlik şekline dönüşmüştür. Malign dejeneresans düsünülerek biyopsi yapıldı. Biyopside değişikliğin malign olmadığı, bunun fibröz displazi ile birlikte anevrizmal kemik kistine bağlı olduğu görüldü. Fibröz displazide malign değişiklikler %4 olguda görülebilir. Anevrizmal kemik kisti oluşumundan önce hemodinamik değişiklikleri açıklayan bazı teoriler öne sürülmüştür. Fibröz displazi bu tür hemodinamik değişikliklere neden olabilir. Yalnız bizim olgumuz ilk preparatları tekrar gözden geçirildiğinde bunda da anevrizmal kemik kistine benzer lezyon sahaları görülmüştür.
1996 yılında düzenlenen German- Turkish Congress of The Pediatric Orthopaedics Kongresinde, Perthes hastalığının tedavisinde "containment"in ambulatuar şekilde sağlanması görüşüne uygun olarak geliştirilen Atlanta Scottish-Rite (ASR) ortezi son yıllarda en çok kullanilan cihaz şeklini almıştır. Bu tedavi şekli ile 6 yaşından sonra alınan sonuçlarda bazı sorunların ortaya çıktığının belirtilmesi ambulatuar olmayan tedavi sekillerini tekrar gündeme getirmiştir.
Atatürk Egitim Hastanesi Tıp Dergisinde yayınlanan yazıda, anstabil intertrokanterik kırıklarda, anatomik redüksiyonun korunması güçtür. Özellikle yaşlı ve osteoporotik hastalarda daha erken mobilizasyon gerektiğinden anatomik olmayan redüksiyon yöntemleri denenebilir. Dimon-Hughston ameliyatı seçilebilecek yöntemlerden biridir. Bu yöntem, femur boynu valgizasyonu ve femur cisminin medializasyonunu içerir.Çalışmamızda anstabil intertrokanterik kırıklarda anatomik olmayan redüksiyon sonrası gelişen komplikasyonların kalça fonksiyonları üzerine etkisi araştırıldı
Herediter prograsifartro-oftalmopati de denilen Stickler sendromu, otozomal dominant geçiş gösteren, eklem ve iskelet anatomileri, tipik yüz görünümü, işitme kaybı ve retina dekolmanları ile giden bir konnektif doku hastalığıdır. Stickler sendromu 6 olguyu oftalmolojik, ortopedik, odiyolojik ve kardiyolojik yönden değerlendirdik. Ortopedik olarak venebra anomalileri, erken artropati, femur boynunun genişlemesi, asetabuler protrüzyon, pes planus gibi patolojiler bulundu.
Artroskopi Diz Cerrahisi Kongresi özeti:Patella kırıklarında tedavinin amacı hastayı travma öncesi fonksiyonel durumuna en kısa sürede getirmek olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için ilk tercih osteosentezdir. Her ne kadar parsiyel patellektomi sonuçları, osteosentez kadar başarılı olsa da iyileşme sürecinin uzun olması nedeniyle osteosentezden sonra akla gelmektedir. En uzun iyileşme sürecine sahip olan ve fonksiyonel olarak kötü sonuçlarla sık karşılaşılan total patellektomi yöntemi mecbur kalmadıkça uygulanmamalıdır.
XVII. Ulusal Ortopedi ve Travmatoloji Kongresindekisözlü bildirim: çalışmamızın amacı femur trokanterik kırık tanısıyla kliniğimizde tedavi edilen olgularda dinamik kalça çivisi tercih etmemizin nedenlerini ortaya koymaktır. Kliniğimizde 1995-1999 yılları arasında 256 trokanterik kırıklı hasta tedavi edilmiştir. Klinik sonuçlarımız değerlendirildiğinde dinamik kalça çivisi ile tedavi edilen ve yeterli takibi yapılan 35 olgunun 29'u (%80.5) çok iyi, 5'i (%13.8)iyi, 1 olgu(%2.7) kötü olarak değerlendirilmiştir.
Ekim 1994-Aralık 2002 tarihleri arasında Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Ortopedi Kliniğinde varus gonartrozu nedeniyle yüksek tibial osteotomi (YTO) yapılar ve son kontrole gelen 38 hastanın 40 dizindeki sonuçlar değerlendirildi. YTO tek kompartman tutulusu olan hastalara uygulandığında TDP'ye geçişi erteleten ekonomik bir prosedür olarak değerlendirildi.
Ege Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi, 2004. Çalışmamızda diz OA'li olguların erken dönem tedavisinde IA hyalüronik asit ve fizik tedavi uygulamalarının her ikisi de etkin bulunmakla birlikte birbirlerine karşı belirgin bir üstünlük sağlayamamışlardır. Göreceli olarak daha klasik olan fizik tedavi modalitelerinin yanısıra, son dönemlerde popüler olan IA hyalüranik asit uygulamalarının da uygun endikasyonlu diz osteoartrit'li olguların tedavisinde farklı bir tedavi seçeneği olabileceği düşünülmektedir.